9 Aralık 2009 Çarşamba

TÜRK SOSYOLOGLARI

ZİYA GÖKALP
Mart 1876’da Diyarbakır’da doğdu. 25 Ekim 1924’te İstanbul’da yaşamını yitirdi. Asıl ismi Mehmet Ziya. Babası yerel bir gazetede çalışan memurdu. Eğitimine Diyarbakır’da başladı. Amcasından geleneksel İslam ilimlerini öğrendiZiya Gökalp 18 yaşında intihara teşebbüs etti. Bir yıl sonra 1895`te İstanbul’a gitti. Baytar Mektebine kaydını yaptırdı. Buradaki öğretimi sırasında İbrahim Temo ve İshak Sukûti ile ilişki kurdu. Jön Türkler’den etkilendi. İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne katıldı. Muhalif eylemleri nedeniyle 1898’de tutuklandı. Bir yıl cezaevinde kaldı. Serbest bırakıldıktan sonra 1900`de Diyarbakır’a sürgüne gönderildi. 1908`e kadar Diyarbakır`da küçük memuriyetler yaptı. 2`nci Meşrutiyetten sonra İttihat ve Terakki`nin Diyarbakır şubesini kudu ve temsilcisi oldu. "Peyman" gazetesini çıkardı. 1909`da Selanik`te toplanan İttihat Terakki Kongresi`ne Diyarbakır delegesi olarak katıldı. Bir yıl sonra, örgütün Selanik’teki merkez yönetim kuruluna üye seçildi. 1910’da kurulmasında öncülük yaptığı İttihat Terakki İdadisi`nde sosyoloji dersleri verdi. Bir yandan da "Genç Kalemler" dergisini çıkardı. 1912`de Ergani Maden`den Meclis-i Mebusan`a seçildi, İstanbul`a taşındı. Türk Ocağı`nın kurucuları arasında yer aldı. Derneğin yayın organı "Türk Yurdu" başta olmak üzere Halka Doğru, İslam Mecmuası, Milli Tetebbular Mecmuası, İktisadiyat Mecmuası, İçtimaiyat Mecmuası, Yeni Mecmua`da yazılar yazdı. Bir yandan da Darülfünun-u Osmani`de (İstanbul Üniversitesi) sosyoloji dersleri verdi.1. Dünya Savaşında Osmanlı`nın yenilmesinden sonra tüm görevlerinden alındı. 1919`da İngilizler tarafından Malta Adası`na sürgüne gönderildi. 2 yıllık sürgün döneminden sonra Diyarbakır`a gitti, Küçük Mecmua`yı çıkardı. 1923`te Maarif Vekaleti Telif ve Tercüme Heyeti Başkanlığı`na atandı, Ankara`ya gitti. Aynı yıl İkinci Dönem Türkiye Büyük Millet meclisi`ne Diyarbakır mebusu olarak girdi. 1924`te kısa süren bir hastalığın ardından İstanbul`da yaşamını yitirdi. Osmanlı Devleti`nin parçalanma sürecinde yeni bir ulusal kimlik arayışına girdi. Düşüncesinin temelinde, Türk toplumunun kendine özgü ahlaki ve kültürel değerleriyle, Batı`dan aldığı bazı değerleri kaynaştırarak bir senteze ulaşma çabası yatıyordu. "Türkleşmek, İslamlaşmak, Muasırlaşmak" diye özetlediği bu yaklaşımın kültürel öğesi Türkçülük, ahlaki öğesi de İslamcılıktı. Uluslararası kültürün yapıcı öğesinin ulusal kültürler olduğunu savundu. Saray edebiyatının karşısına halk edebiyatını koydu. Batı`nın teknolojik ve bilimsel gelişmesini sağlayan pozitif bilim anlayışını benimsedi. Dini, toplumsal birliğin sağlanmasında yardımcı bir öğe olarak değerlendirdi. Toplumsal modeli, Emile Durkheim`in teorik temellerini kurduğu "dayanışmacılık" temelinde şekillendi. Bireyi temel alan liberalizm ile çatışmacı toplumu temel alan Marksizm`e karşı mesleki örgütleri temel toplum birimi olarak kabul eden solidarizmde karar kıldı. Toplumsal ve siyasi görüşlerini anlattığı sayısız makale yazdı. "Türkçülük" düşüncesini sistemleştirdi. Milli edebiyatın kurulması ve gelişmesinde önemli rol oynadı.
ESERLERİ:Kızıl Elma (1914) Türkleşmek, İslamlaşmak, Muasırlaşmak (1918) Yeni Hayat (1918) Altın Işık (1923) Türk Töresi (1923) Doğru Yol (1923) Türkçülüğün Esasları (1923) Türk Medeniyet Tarihi (1926, ölümünden sonra)
Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu
Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu 1901 yılında Erzurum’un Tortum ilçesinin Çamlıyamaç Köyünde doğmuştur. Asıl adı Ahmet Halil’dir. Fındıkoğulları ailesine mensup Halil Fahri Bey’in oğludur. Halil Fahri Bey 1860 yılında Tortum Çamlıyamaç’ta doğmuş ve çeşitli bölgelerde kadılık yapmış ve 1916 yılında ölmüştür.
Mehmet Eröz (1975:110) Fındıkoğlu’nun baba ve annesini şöyle tanıtır. “Kadılığı esnasında ahlakı, dürüstlüğü ve dirayeti ile kendini şahilere bile sevdirip saydıran bir hakim baba ile Hz. Peygamber’in türbesi yakınında yatmak arzusu taşıyıp, bu arzuya kavuşan, dini inancı çok yüksek bir ana.”
Annesi Fatma Zehra Hanım 1865 yılında Tortum’un Dikyarlı ilçesinde doğmuştur. İkinci Dünya Savaşı sırasında hac vazifesini yapmak için gittiği Hicaz’da vefat etmiştir. Hüseyin Avni Göktürk, 1923’lerde Fındıkoğlu ile tanıştığını ve o yıllarda Fındıkoğlu’nun Fatih’te kendi eliyle yaptığı küçücük evinde annesiyle birlikte kaldığını belirtir. Göktürk (1977: 18) Fatma Zehra Hanım’ın dindar bir kadın olduğundan bahsederek şunları aktarır: Bana daima “Evni(Avni) Bey oğul Ehmed’e (Ahmet’e) söyle de namaz kılsın.” diyerek Ziyaeddin Fahri’nin namaz kılmadığından şikayet ederdi. Zira Fındıkoğlu’nun asıl adı Ahmet Halil idi.
Babasının memuriyeti ve Doğu Anadolu’da o yıllarda savaş ve göç olayları sebebiyle Ziyaeddin Fahri’nin çocukluğu sürekli yer değiştirmeler içinde geçmiştir.
ÖĞRENİMİ
Fındıkoğlu, babasının memuriyeti sebebiyle ilk öğrenimini Erzincan ve Hakkari’de yapmıştır. Malatya İdadisinden sonra Kayseri Sultanisinde başladığı öğrenimine İstanbul Gelenbevi Sultanisinde devam etmiştir. Gelenbevi Lisesinin 10. sınıfında okumakta iken daha büyük yaştaki sınıf arkadaşlarının askere alınması sonucu sınıf mevcudu kendisi gibi iki arkadaşıyla Ziyaeddin Fahri kalmıştır. Okul idaresi üç çocuk için sınıfı eğitim faaliyetine devam edemeyeceği gerekçesiyle sınıfı kapatır. O sıralarda Ziyaeddin Fahri, Posta-Telgraf Mektebinin sınvla öğrenci aldığını öğrenir. Vilayetler için posta müdürü yetiştiren bu okulun sınavlarına girer ve kazanır.
1922 yılında Posta –Telgraf Mektebini bitiren Ziyaeddin Fahri, aynı yıl Galatasaray Postahanesi’nde görev alır. Ayrıca Ziyaeddin Fahri Aynı yıl İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesinde Felsefe öğrenimine başlar. Geceleri postahanede çalışıp gündüzleri fakülteye devam ederek buradan 1924 yılında mezun olur. (Diploma tarihi: 23 Eylül 1924.)

BULUNDUĞU GÖREVLER
Ziyaeddin Fahri, Edebiyat Fakültesini bitirdikten sonra postahanedeki görevinden ayrılarak Erzurum Lisesi Felsefe Öğretmenliğine atanır (8 Aralık 1924). Bir süre aynı okulda Fransızca Öğretmenliği de yapan Fındıkoğlu 1925 yılı Ekim ayında Sivas Lisesi Felsefe ve Sosyoloji Öğretmenliğine atanır.
Fındıkoğlu bir yazısında (1959: 9-11) tarihçi Memduh Turgut’tan bahsederek “Erzurum Lisesi’nde o ders sensinin sonuna doğru vukua gelen bir hareket dolayısıyla Erzurum’dan uzaklaştırıldığımız zaman ben Sivas’a o da Bursa’ya gittik” diyor. Bu konuyla ilgili dipnotta ise şu kaydı düşmüş: “Bu hadise hakkında müşahade ve vesikalara müstenit notların neşri faydalı olur. Bu nevi neşriyâtı eski Erzurum Lisesinin talebe hareketlerine nazar etmek lazımdır.
Ziyaeddin Fahri 1926 Eylül’ünden sonra da Ankara Erkek Lisesi ve Ankara Kız Lisesi’nde felsefe, sosyoloji ve edebiyat öğretmenliği yapar. Bu görevini 1929 yılı sonuna kadar sürdürür.
1930 yılı başında doktora yaptırmak üzere yurt dışına gönderilecek bir öğrencinin seçimi için yapılan sınavda başarılı olarak Strasbourg Üniversitesi’ne gönderilir. Türkiye’deki lisans öğrenimi geçersiz sayıldığı için Strasbourg Üniversitesinde ikinci felsefe lisansına başlar ve 1933 yılında bu bölümden mezun olur. Fındıkoğlu, daha sonra 23 Ekim 1933 tarihinde İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi İçtimaiyât ve Ahlak Doçentliği görevine atanır. Bu göreve kısa bir süre devam ettikten sonra Strasbourg’a dönerek hazırlamakta olduğu doktora tezi üzerine çalışmaya koyulur. Ziya Gökalp üzerine olan doktora tezini 1935 yılında tamamlayan Ziyaeddin Fahri, 1936 yılında doktor ünvanı ile İstanbul Üniversitesi doçentlik görevine döner.
1937 yılında İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Sosyoloji ve Komün Bilgisi Doçentliğine atanan Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu, bu görevini sürdürürken bir taraftan da Prof. Dr. Gerhard Kessler’in tercüme işleriyle uğraşır. 1941 yılında profesör olan Fındıkoğlu, 1944’te İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Sosyoloji ve sosyal siyaset kürsüsüne geçer. Ayrıca Fındıkoğlu 1947-1949 yılları arasında İktisat Fakültesi Dekanlığı görevinde bulunur. Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu 1958 yılında da ordinaryüslüğe yükseltilir. 6 Haziran 1973 tarihinde emekli oluncaya kadar bulunduğu fakültede kürsü başkanlığını sürdürür.

AİLESİ VE ÇOCUKLARI
Fındıkoğlu’nun eşi Efser Hanım 1913 yılında İzmir’de doğmuştur. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi mezunudur. Efser Hanım, Ziyaeddin Fahri Bey’e daima yardımcı olmuş, ona rahat bir çalışma ortamı hazırlamıştır (Bilgiseven, 1987:14). Fındıkoğlu’nun Emin (1940) ve Ali Halil (1949) adında iki oğlu; Pınar (1942) adında bir kızı vardır.
E. HASTALIĞI VE ÖLÜMÜ
Fındıkoğlu ilk ciddi rahatsızlığını 16 Aralık 1971 günü yaşadı. Aşırı yorgunluk nedeniyle geçirdiği kriz sonucu bilimsel çalışmalarına ara vermek zorunda kaldı. Fındıkoğlu, 1974 yılının 15 Kasımı 16 kasıma bağlayan gece vefat etti. 18 Kasım Pazartesi günü kalabalık bir topluluğun katılımıyla gerçekleşen cenaze töreninden sonra Edirne Kapı Şehitliğinde toprağa verildi.

KİŞİLİĞİ VE BİLİM ADAMLIĞI

Çok yönlü bir bilim adamı olan Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu’nun kişiliğini tesbit etmek fevkalade güçtür. Çünkü onu bilimsel çalışmalarından, kurduğu ve yürümesine yar­dımcı olduğu teşkilatların faaliyetlerinden, öğrencilerinden ve kitaplarından ayrı düşünmek mümkün değildir.
O, her şeyden önce mütevazi bir insandır. Kendini hiç bir zaman ön plana çıkarmaz. Pek çok eserin sahibi birçok meselede vukuf sahibi olmasına rağmen kendisinden söz ettirmek istemez. Birinci derecede önemli saydığı ülke kal­kınması ve sağlıklı bir bilim anlayışının yerleşmesi için sarf ettiği çabaları çoğu kez bir yayın organında yahut bir der­nekte değerlendirerek topluma mal etmeye çalışmıştır. Bunu, kurduğu derneklerde resmi görev almadan veya alt ka­demede görev alarak teşkilatı yönlendiren, başka kişi ve ku­rumların da katkısıyla faaliyetlerini ortaya koyan tavrında açık olarak görmekteyiz. Kendini ön planda takdim etmeme davranışının bir tezahürü de müstear isimler konusunda or­taya çıkmaktadır. Çok sayıda müstear isim kullanmış, bazen imzasız yazılar yayımlamıştır. O, kendini topluma adamıştır.
Karşısındaki kişi kim olursa olsun fikirlerine saygı gös­terir, güler yüzle ve hoşgörüyle yaklaşırdı. Özellikle öğ­rencilerine bir baba şefkatiyle yaklaşır, onlara kötü söz söy­lemez, kusurlarını anlayışla karşılardı. Kimsenin kalbini kırmak istemezdi. Öğrencisine değer veren, bildiği her şeyi başkalarına öğretmek isteyen erdemli bir hoca, hasislik ve mesleki kıskançlık bilmeyen bir bilim adamı idi.
Her yaşta ve her türlü insanla rahatça konuşabilen, ba­bacan tavırlı bir kişi idi. Kendinden yardım isteyen herkesin problemiyle ilgilenirdi. Gösterişten uzak bir hayat yaşardı. Çok sade, bol ve rahat giyinirdi.
Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu, kendisini ülke kal­kınmasına, Anadolu’nun ve Anadolu insanının prob­lemlerine, bunların da üstünde bilime adamıştı. Çok ça­lışkan bir bilim adamı idi. Doğup büyüdüğü topraklardan kopmayan, ömrünün sonuna kadar bu memleketin sı­kıntılarıyla kafasını yoran Fındıkoğlu’nun bu özelliğini, Cahit Tanyol (1976:11-12) şöyle ifade eder: ‘O, toplum sorunlarıyla uğraşan bir bilgin olmaktan çok, toplumcu bir insandı. Toplumcu kav­ramını burada toplum sorunlarına pratik bir katkı anlamında kullanıyorum. Yanlışlığa neden olmaması için ona cemiyetçi demek daha doğru olur.”
Fındıkoğlu, aile çevresinden ve kendi toplumundan al­dığı milli ruh ile batılı bilim anlayışını bir terkip halinde ki­şiliğinde toplamıştı. Düşüncesi, tavırları ve davranışları ile hep bu imajı ortaya koyardı. Cahit Tanyol (1976) bu konuda da şun­ları söyler: “Fındıkoğlu, kökeni Anadolu’ya bağlı aydınların prototipiydi. Davranışında, yürüyüşünde bir çeşit Anadolu aydını çelebiliği hissedilirdi. Ne batı karşısında ezik, ne de doğu içinde tutsaktı. O, Anadolu aydınının alafrangalaşmış üniversitede bir temsilcisi ve hatta bir tepkisiydi.”
Fındıkoğlu çok yönlü bir bilim adamıdır. Asıl alanı sos­yoloji olmasına rağmen hukuk, tarih, edebiyat tarihi, folklor ve sosyal bilimlerin diğer bütün alanlarıyla ilgilenmiş, araş­tırmalar yapmış, teşkilat çalışmalarının yanı sıra kitap, bro­şür ve makaleler yayımlamıştır. Onomastik ve dil bilimiyle, kooperatifçilikle, basınla ilgili çalışmaları ve görüşleri ayrı birer inceleme konusu olabilecek niteliktedir.
Sosyal realiteye “bütüncü” bir tavırla yaklaşmış, top­lumsal sorunları bütün boyutlarıyla inceleyerek olayları top-yekün kavramaya çalışmıştır. Bilimsel çalışmalarında bazen tümdengelim, bazen de tümevarım metodunu kullanmış, fakat hepsinde meseleyi geniş bir çerçevede incelemiştir. A. Kurtkan’ın (1976: 32) ifadesiyle “O, bütün bir cemiyeti bugünü ve tarihi ile kendi zekâsının projektörü altında tarayabilen, cemiyet denilen derin ve geniş sahaya adeta büyük bir alandaki ku­yulara girer gibi derinlemesine girebilen nadir zekâlardan bi­ridir.
Z. Fahri Fındıkoğlu, sağlam bir bilimsel kişiliğe sahipti. Çok köklü bir bilim anlayışı vardı. Ona göre ilim her şeyden önce bir sabır işidir. Aceleyle ortaya konulan çalışmaların bi­limsellikten uzak olduğunu bildirerek bu düşüncesini (Anadolu Mecmuası, 1924: 11) “hayata bilvasıta müeesir olan ilmin en çok nefret ettiği isti’cal, şarlatanlık; en ziyade sevdiği de sabır, samimiyet, tevazudur” sözleriyle açıklar. Önüne gelen herhangi bir konuda ciddi araştırma yapmadan yayın faaliyetine girişenleri şiddetle kınayan Fındıkoğlu (1924: 12), “her çi bad abad eser neşretme” nin “ilme karşı bir ihanetten başka bir şey olmadığını” belirtir.
Fındıkoğlu, objektifliği bilimsel çalışmanın ilk ve vaz­geçilmez kuralı kabul eder. Ona göre (Meslek, 1925: 17) “müdekkik, kendi hislerini, ihtiraslarını ve mefkürevi düşüncelerini karıştırmadan, mümkün bir müşahit sıfatıyla” in­celemelerini sürdürmelidir.
Fındıkoğlu, hayatı boyunca politikanın ve bürokratlaşma eğiliminin tamamen dışında kalmıştır. “Po­litikanın, hem de günlük politikanın girdiği yerde hayır kal­maz” sözleriyle belirlediği tavrını ömrünün sonuna kadar sürdürmüştür. Onu yakından tanıyan Cavit Orhan Tütengil, (1976: 27) “Seçim öncelerinde Fındıkoğlu, milletvekilliği ya da se­natörlük konularında Erzurum kentinin yetkili organlarından adaylık önerileri alırdı. Bu amaçla kendisini ziyaret eden he­yetler de olmuştur. Üniversitedeki çalışmalarını her şeyin üs­tünde tutan Fındıkoğlu, bu içtenlik dolu önerileri nezaketle reddetmesini bilmiştir. Onun için sadece parlamenter olmak değil, bakan olmak bile işten değildi” diyerek onun gün­lük politikanın ne kadar uzağında olduğunu dikkatlere sunar.

EROL GÜNGÖR
Yazar, fikir adamı. Kırşehir`de doğdu. İlk ve orta öğrenimini memleketinde yaptı. İ.Ü. Hukuk Fakültesi`nde bir süre okuduktan sonra İ.Ü., Edebiyat Fakültesi`ne geçerek Felsefe Bölümü`nü bitirdi (1961). Prof. Dr. Mümtaz Turhan`ın yanında sosyal psikoloji asistanı oldu. 1965`te doktorasını verdi. İki yıl ABD`de Colorado Üniversitesi`nde araştırmalar yaptı. 1971`de doçentliğe, 1978`de profesörlüğe yükseldi. 1982`de Konya Selçuk Üniversitesi Rektörlüğü`ne getirildi. İstanbul`da öldü.
ESERLERi:
AHLAK PSiKOLOJiSi ve SOSYAL AHLAK

Bu eser, Prof. Dr. Erol Güngör`ün “Ahlâk Psikolojisi” (1974) ve “Sosyal Ahlâk” (1975) konularında kaleme aldığı, bu güne kadar yayınlanmamış iki eserinden meydana getirilmiştir.
iSLAMIN BUGÜNKÜ MESELELERi
20. Asrın ikinci yarısında görülen İslâm Uyanışı dünyanın büyük ilgisini çekmektedir. Bütün İslâm dünyasını incelemekle beraber, Türkiye`ye ağırlık vermiştir.
iSLAM TASAVVUFUNUN MESELELERi
Erol Güngör bu eserinde, sosyal ilimci gözüyle İslâm dünyasının tasavvufî meselelerini ele almaktadır.
TÜRK KÜLTÜRÜ ve MiLLiYETÇiLiK
Yazar bu eserinde milliyetçilik ile Türk kültürü arasındaki münasebetlere sosyal-psikoloji açısından bakmaktadır.
KÜLTÜR DEĞiŞMESi ve MiLLiYETÇiLiK
Bu eserde kültür değişmeleri, zihniyetimizde meydana gelen değişmeler ve milliyetçilik meseleleri arasındaki ilgiler üzerinde durulmuştur.
DÜNDEN BUGÜNE
Milliyetçilik fikirlerinin temel kaynakları olan tarih ve kültür meselelerini, sosyal ilimci gözüyle, tahlil etmekte ve okuyucunun meselelere bakış açısı kazanmasını sağlamaktadır.
TARiHTE TÜRKLER
Bu eser sosyal ilimci gözüyle Türk tarihinin başlangıcsından günümüze bir tesbitidir.
SOSYAL MESELELER ve AYDINLAR
Erol Güngör`ün Ortadoğu ve Millet gazetelerinde neşredilenlerin haricindeki makalelerinin toplanmasıyla meydana getirilmiştir.
DÜNYAYI DEĞiŞTiREN KiTAPLAR
Bu kitap batı dünyasının -ve dolayısıyla bütün dünyanın- bugünkü halini almasında büyüktesirleri olmuş bulunan on altı eseri asıllarından ve bütünüyle okuma imkanı bulamayanlar için tertiplenmiştir.
BATI DÜŞÜNCESiNDEKi BÜYÜK DEĞiŞME
Bu eserde Avrupa düşüncesinde 1680-1715 tarihleri arasında yer alan köklü değişmesinin hikâyesini anlatıyor

VİLFREDO FREDERİCO

Vilfredo Frederico Damaso Pareto, (d. 15 Temmuz 1848, Paris – ö. 19 Ağustos 1923, Cenova), İtalyan iktisatçısı ve sosyoloğu. Fizik ve matematik öğrenimi gördükten sonra 1869'da Torino Teknik Üniversitesi'nde fizik doktorası aldı. Demir çelik sanayisinde çalıştı ve ekonomik konularda makaleler yazdı. 1874'te Coğrafya Akademisi'ne seçildi ve 1877'den itibaren ekonomik teorilerle ilgili eserlerini yayınlamaya, 1894'te Lozan Üniversitesi'nde Leon Walras'dan boşalan ekonomi politik kürsüsünde ders vermeye başladı.
1912'ye kadar iktisadi konularda yazan Pareto, Walras'la birlikte Lozan Ekolü'nün kurucusu olarak bilinir. İktisat Teorisi'ne matematik analiz metotlarını uygulamıştır. Maliyetler, üretim ve değer teorilerine yeni anlayışlar getirmiştir. Zaman ve mekana bağlı olmaksızın bütün ülkelerde gelir dağılımını gösteren eğrilerin üst kademelerindeki eğiminin hep aynı kaldığını ifade eden Pareto Kanunu meşhur olmuştur.

MAX WEBER

1890’lardaki engin üretkenliğinden sonra, 1898’den 1902 sonlarına kadar tek bir sayfa bile yazmamış ve nihayetinde 1903’de profesörlükten istifa etmiştir. Bu sorumluluktan kurtulunca, “Archives for Social Science and Social Welfare”den gelen ortak editörlük teklifini, meslektaşları Edgar Jaffe ve Werner Sombart’la birlikte kabul etti. 1904’te, bazı makalelerini bu dergide basmaya başladı, “Kapitalizmin Ruhu ve Protestan Ahlak” (Die Protestantische Ethik Und Der Geist Des Kapitalismus) da bunlardan en dikkate değer ve ünlü olanıdır. Bu çalışması, daha sonraki, ekonomik sistemleri kültür ve dinle temellendirmek düşününe temel oluşturmuştur.
Bu çalışması, o hayattayken kitap olarak basılan tek eseridir. Yine o yıl, A.B.D.’ye gitti ve Congress of Arts and Sciences’da World's Fair (Louisiana Purchase Exposition)’a atıldı. Bu başarılarına rağmen, Weber sürekli hocalığa devam edemeyeceğini düşünüyor, sadece özel dersler veriyordu, geçimini de kısmen bu yolla büyük ölçüde kendisine 1907’de kalan mirasla sağlıyordu. 1912’de Weber, sosyal demokratlar ve liberalleri birleştirerek bir sol parti kurmayı denedi. Bu girişim, liberallerin, sosyal demokratlardan devrim yapabilecekleri endişesiyle uzak durmaları sonucunda başarısızlıkla sonuçlandı.


I. Dünya Savaşı sırasında, Heidelberg’dekki bir askeri hastanede müdürlük yaptı. 1915 ve 1916’da, savaş sonrasında Belçika ve Polonya’daki Alman üstünlüğünün sürdürülmesi için görevlendirilen komisyonda görev aldı. Savaş sırasında Weber’in Alman İmparatorluğu’nun genişlemesine dair görüşleri gibi, savaş hakkındaki görüşleri de değişti. 1918’de Heidelberg’deki “İşçi ve Asker Konseyi”ne katıldı. Yine aynı yıl, Versay Anlaşması'na katılan Alman Ateşkes Komisyonu’na danışmanlık yaptı ve "Weimar Anayasası komisyonuna üye olarak atandı. Özellikle 48. madde'nin bu anayasayada yer almasını sağladı. Bu madde daha sonra "Hitler" tarafından, muhaliflerini susturmak ve diktatörlüğünü kurmak için kullanılmıştır. Weber’in Alman politikasına yaptığı katkılar halen tartışılmaktadır
Weber, önce Viyana Üniversitesi'nde, 1919'da ise Münih Üniversitesi'nde ders vermeye yeniden başladı. Münih'te Almanya'nın ilk sosyoloji enstitüsünü kurdu ve başına getirildi ancak sosyoloji bölümü için yeterli personel bulunamadı. 1919 ve 1920'de Weber, sağcıların kışkırtmaları ile siyasetten ayrıldı. Birçok meslektaşı ve öğrencisi, 1918 ve 1919'daki Alman Devrimi boyunca solcuların davranışları ve konuşmaları hakkındaki görüşlerini protesto ettiler. Bazı sağcı öğrenciler ise evinin önünde protesto gösterileri yaptı.

KARL MARKS

Karl Heinrich Marx (okunuşu: Karl Haynrih Marks) (5 Mayıs 1818 Trier - 14 Mart 1883 Londra) 19.yy'da yaşamış filozof, politik ekonomist ve devrimci. Komünizmin kuramsal kurucusudur. Birçok politik ve sosyal konuda fikri olmakla beraber, en çok Komünist Manifesto'nun (1848) giriş cümlesinde özetlediği tarih analiziyle tanınır: "Şimdiye kadarki bütün toplumların tarihi, sınıf savaşımları tarihidir."Marx, bütün eski sosyoekonomik sistemlerde olduğu gibi kapitalizmin de kendini yok etmeye yol açacak içsel dinamikler yaratacağına inanırdı; onun düşüncesine göre, nasıl ki kapitalizm eskimiş feodalizmin yerini aldıysa, sınıfsız bir toplum olan komünizm de "devletin proletaryanın devrimci diktatörlüğünden başka bir şey olmadığı" siyasal geçiş sürecinden sonra onun yerini alacaktır.
Marx, sosyoekonomik değişimlere belirli bir tarihsel zorunluluk perspektifinden bakardı; ona göre, kapitalizm, yapısal durumunun dinamiği ve çatışması sonucu yerini komünizme kesin olarak bırakacaktır:
« Modern sanayinin gelişmesi, burjuvazinin ayaklarının altından bizzat ürünleri ona dayanarak ürettiği ve mülk edindiği temeli çeker alır. Şu halde, burjuvazinin ürettiği, her şeyden önce, kendi mezar kazıcılarıdır. Kendisinin devrilmesi ve proletaryanın zaferi aynı ölçüde kaçınılmazdır. »

Marx, bu değişimin organize bir devrimci hareketle geleceğini düşünür; bu değişim, ancak uluslararası işçi sınıfının birleşik hareketiyle meydana gelecektir: "Bize göre komünizm, ne yaratılması gereken bir durum, ne de gerçeğin ona uydurulmak zorunda olacağı bir ülküdür. Biz, bugünkü duruma son verecek gerçek harekete komünizm diyoruz. Bu hareketin koşulları, şu anda varolan öncüllerden doğarlar."
Marx yaşadığı dönemde dünya çapında ünlü bir isim sayılmasa da, ölümünden kısa bir süre sonra düşünceleri dünya işçi hareketine yön vermiştir. Marksist Bolşeviklerin Rusya'da Ekim Devrimi'ni gerçekleştirmesi bunun en büyük örneğidir. 20. yy'da dünyada Marksist düşünce hemen hemen bütün ülkelerde taraftar bulmuştur. Marksizm, akademik ve politik çevrelerde en çok tartışılmış konulardandır.

EMİLE DURKHEİM

15 Nisan 1858 tarihinde Epinal, Loren'de dünyaya geldi. Felsefe öğretmenliği yaptı. 1885 de Almanya'da bulundu Fransa'ya dönüşte yayımladığı makaleler ilgi topladı. 1887 Bordeaux Üniversitesi'nde ders vermeye başladı. 1902 de Sorbonne Edebiyat Fakültesi'nde çalışmalarını sürdürdü. 1906 da Buisson'un ölümü üzerine Sorbonne Eğitimbilim Profesörlüğüne getirildi.
Durkheim toplumbilimi kendi olgularını kendi ön dayanaklarıyla işleyen bir bilim durumuna getirdi. Auguste Comte'un fiziği, Herbert Spencer'in biyolojiyi örnek alıp inceledikleri toplumsal olaylar ona göre yalnız kendi türünden olaylarla açıklanabilir, "toplumsal olay" bireye bağlı ve bireyle başlayıp biten bir süreç değildir. Toplumsal olay bireyi aşkındır, birey ona katılır. Her birey için toplumsal olaya katılmak kaçınılmaz bir zorunluktur. Çünkü toplumsal olaylar; genel zorunlu bireyi ve bireyler arası ilişkileri belirleyen din, ekonomi, hukuk, ahlâk, siyaset, bilim ve sanat türünden olaylardır. Durkheim bireyi bireyselliği toplum içinde tümüyle eritmez. İnsanın kendine özgü bireyliğini ve topluma özgü toplumsallığını saptar. İnsan genel doğruları hazırca, tartışıp araştırmadan toplumdan alır. Bu doğrular: bireyin, kendisi, başkaları, insanlar arası ilişkiler, doğa, evren olguları üzerine yargılarına temel dayanak olur.
Toplum bir başka yanıyla da insana ilişkin her kurumun temeli olup doğal bir bileşimdir. Kurumlar örneğin din ve Tanrı anlayışı da topluma bağlıdır ve onunla birlikte gelişip evrimleşir.
Durkheim bilgi anlayışında toplumun görüşünü örnek alır. Bilgide en genel kavramlar tek tek şeylerin tümünden bağımsız olmayıp tersine onlara uygulanabilen, topluma ilişkin kavramlar olduklarından en geçerli kavramlardır. Bunların mutlak, öncesiz sonrasızca doğru ve kesin kavramlar oldukları da söylenemez. Bilginin temel taşları olan genel kavramlar toplumla birlikte zaman ve uzam bağlamında değişip gelişen kavramlardır.
Din sosyolojisi ile ciddi olarak ilgilenen Durkheim'in eserlerinin bir kısmı Türkçe'ye çevrilmiştir. Comte'un takipçisidir. Toplumu, Tanrı yerine koymuştur. Burada kasıt inançlı bir kimse davranışlarda bulunurken Tanrı'sını nasıl gözetirse 'birey'inde davranışlarda bulunurken toplumu aynı şekilde gözettiğidir.
15 Kasım 1917'de Paris'te ölmüştür...

EMİLE DURKHEİM

15 Nisan 1858 tarihinde Epinal, Loren'de dünyaya geldi. Felsefe öğretmenliği yaptı. 1885 de Almanya'da bulundu Fransa'ya dönüşte yayımladığı makaleler ilgi topladı. 1887 Bordeaux Üniversitesi'nde ders vermeye başladı. 1902 de Sorbonne Edebiyat Fakültesi'nde çalışmalarını sürdürdü. 1906 da Buisson'un ölümü üzerine Sorbonne Eğitimbilim Profesörlüğüne getirildi.
Durkheim toplumbilimi kendi olgularını kendi ön dayanaklarıyla işleyen bir bilim durumuna getirdi. Auguste Comte'un fiziği, Herbert Spencer'in biyolojiyi örnek alıp inceledikleri toplumsal olaylar ona göre yalnız kendi türünden olaylarla açıklanabilir, "toplumsal olay" bireye bağlı ve bireyle başlayıp biten bir süreç değildir. Toplumsal olay bireyi aşkındır, birey ona katılır. Her birey için toplumsal olaya katılmak kaçınılmaz bir zorunluktur. Çünkü toplumsal olaylar; genel zorunlu bireyi ve bireyler arası ilişkileri belirleyen din, ekonomi, hukuk, ahlâk, siyaset, bilim ve sanat türünden olaylardır. Durkheim bireyi bireyselliği toplum içinde tümüyle eritmez. İnsanın kendine özgü bireyliğini ve topluma özgü toplumsallığını saptar. İnsan genel doğruları hazırca, tartışıp araştırmadan toplumdan alır. Bu doğrular: bireyin, kendisi, başkaları, insanlar arası ilişkiler, doğa, evren olguları üzerine yargılarına temel dayanak olur.
Toplum bir başka yanıyla da insana ilişkin her kurumun temeli olup doğal bir bileşimdir. Kurumlar örneğin din ve Tanrı anlayışı da topluma bağlıdır ve onunla birlikte gelişip evrimleşir.
Durkheim bilgi anlayışında toplumun görüşünü örnek alır. Bilgide en genel kavramlar tek tek şeylerin tümünden bağımsız olmayıp tersine onlara uygulanabilen, topluma ilişkin kavramlar olduklarından en geçerli kavramlardır. Bunların mutlak, öncesiz sonrasızca doğru ve kesin kavramlar oldukları da söylenemez. Bilginin temel taşları olan genel kavramlar toplumla birlikte zaman ve uzam bağlamında değişip gelişen kavramlardır.
Din sosyolojisi ile ciddi olarak ilgilenen Durkheim'in eserlerinin bir kısmı Türkçe'ye çevrilmiştir. Comte'un takipçisidir. Toplumu, Tanrı yerine koymuştur. Burada kasıt inançlı bir kimse davranışlarda bulunurken Tanrı'sını nasıl gözetirse 'birey'inde davranışlarda bulunurken toplumu aynı şekilde gözettiğidir.
15 Kasım 1917'de Paris'te ölmüştür...

HERBERT SPENCER

1820 yılında Derby'de doğmuştur. Babası, George, geleneklere uymayan, Anglikan mezhebine bağlı olmayan bir okul öğretmeniydi. Babası da dahil olmak üzere birçok aile üyesi öğretmen olan Spencer, kırk yaşına kadar hiçbir eğitim görmemiştir. Garip bir gururla, "Ne çocukluğumda, ne de gençliğimde, hiç İngilizce dersi almadım, şu ana kadar gramer konusunda tek bilgim yok" demiştir. Sistematik bir eğitim almamasına, okumayı fazla sevmemesine karşın birçok bilim dalında binlerce fikir ortaya atmış, ve "evrim" teorisinde Charles Darwin'in bir numaralı rakibi olmuştur. Edindiği büyük başarıları mükemmel gözlem yeteneğine borçludur, doğrudan doğruya yaptığı gözlemlerle binlerce fikrini destekleyecek binlerce olguyu rahatlıkla bulmuştur.
1851'de yazdığı ilk kitabı "Toplumsal Statik", insan haklarının gelişimini, ve bireysel özgürlüklerin savunusunu evrimsel bir teoriyi temel alarak açıklar. 1858'de evrim teorisini biyoloji bilimi ile sınırlamayıp, bu teoriyi bütün bilimlere uygulamak fikri kafasında belirdi. Sağlık sorunları nedeniyle günde sadece birkaç saat yazabiliyor olmasına, ve maddi durumunun kötülüğüne rağmen, 1862'de dokuz ciltlik şaheseri Statik Felsefe'yi yazmaya başladı.
Statik felsefe kısaca birçok farklı bilim dalına evrim teorisini uygulamayı konu alır. Bu şaheserin en çok dikkat çeken, ve Spencer'ın da üzerinde en çok çalıştığı bölüm, sosyoloji'ye evrim teorisinin uygulanmasını, toplum evrimini inceleyen, "Sosyoloji İlkeleri" adlı 3 cilttir. "Biyolojinin İlkeleri" , ve "Ahlâkın İlkeleri" bu şaheserin üzerinde en çok konuşulan ve kuşkusuz bilim dünyasına en çok katkıda bulunan diğer bölümleridir.
1858'de evrim teorisini biyoloji bilimi ile sınırlamayıp, bu teoriyi bütün bilimlere uygulamak fikrini uygulamaya koyar. 1862'de dokuz ciltlik Sentetik Felsefe'yi yazmaya başladı. Sentetik Felsefe, kısaca birçok farklı bilim dalına evrim teorisini uygulamayı konu alır. Bu kitabın en çok dikkat çeken ve Spencer'ın da üzerinde en çok çalıştığı bölüm, sosyolojiye evrim teorisinin uygulanmasını, toplum evrimini inceleyen, "Sosyoloji İlkeleri" adlı 3 cilttir. Spencer, ahlaki ve siyasal inançlarını, çağdaşı olan Toplumsal Darwinciler gibi bir Doğa felsefesi zemininde geliştirmeye çalıştı. Darwin'in doğal evrim teorisinin ve bu teoriden önce kendisinin türettiği "uyum yeteneği” doğal seçilimin toplumsal hayatta uygulamasında başı çekti. Spencer'a göre, tıpkı doğada verilen var olma mücadelesinde "uyum yeteneği en çok olan"ın hayatta kalması gibi, toplumda yaşanan rekabet de en iyi olanın ortaya çıkmasını sağlayabiliyordu.
Spencer, toplumların tıpkı canlı organizmalar gibi işlediğini de öne surdu. Toplumlar ne kadar karmaşıklaşırsa parçaların karşılıklı bağımlılığı da o ölçüde artıyordu. Doğal bir özellik olarak kendi dengelerini sağladıkları için, kendi üyelerinin daha ileri düzeyde evrim için mücadele etmelerine ihtiyaç duyarlar. Ancak mücadele feodal toplumda askeri bir form kazanırken, Spencer, sanayileşmiş toplumda rekabet ve işbirliği bileşiminin bu formun yerini almasını gerekli görür. Ayrıca, evrimin özel çıkarları genel faydaya dönüştürerek bir tur "görünmez el" gibi işlediğini düşünür. Evrimin en uzun vadeli yönelimi egoizmden özgeciliğe doğrudur. Süreç içinde toplumsal hayat, toplumsallaşmanın en yüksek düzeye ulaşmasıyla bireysellikte en büyük gelişimi sağlayacaktır.
1870'lerde ve 1880'lerin başında özellikle Amerika Birleşik Devletleri, Rusya ve İngiltere'de ünü doruk noktasına varmıştı. 1902'de Edebiyat dalında Nobel Ödülüne aday gösterildi. Bir çok ödülü ve övgüyü çoğu zaman reddetti. Uzun bir hastalık döneminin ardından 1903'te vefaat etti.
Herbert Spencer geniş bir alana yayılmış farklı türdeki bilgileri uyumlu bir şekilde birleştirerek Viktorya çağına damgasını vuran kişilerden olmuştur. Evrim kuramının gelişiminde ve kabulunde en az Charles Darwin kadar büyük bir rol oynamış, bugün evrim kuramını açıklarken kullanılan birçok terimi de ilk kez kullanan kişi, o olmuştur.